Dünyevî kaygılarımız, her şeyden çabucak sıkılmalarımız, hepsi nasıl da yoruyor bizi, yıpratıyor hislerimizi. Can sıkıntısını başımızdan savmak için türlü yollara başvuruyoruz. Gelin sükûn ve itminanı da yanımıza alarak kısa bir yolculuğa çıkalım.
Gökyüzünün maviliğine açılan bir pencere önünde rengarenk sardunyalar ve mis gibi kokan fesleğenlerin olduğu bir ev hayal edin. Odaları ferah, duvarlar alabildiğine beyaz... Sokaktan gelen çocuk ve kuş sesleri evin içini dolduruyor adeta. Şehir hayatının o keşmekeşliğinde yaşayan bizler için bu cümleler nasıl da kulağa hoş geliyor değil mi? Aynen kalp de, nefis için bir ev hükmünde. Evin genişliği ve ferahlığı -huzurlu bir kalp- kişinin ruhsal açıdan mutluluğuna vesile oluyor. Örneğin göz, ceviz büyüklüğünde olmasına rağmen gökleri ve yeri kucaklayabiliyor. Ruhsal dünyamızın merkezi olan kalp de küçüklüğüne rağmen manevî açıdan koca dünyayı kucaklıyor. Arştan akıp gelen tecellileri algılıyor, hikmet ve ilimlere kapı aralıyor. Kullarının kalplerine indirdiği huzuru, Yaradan ayet-i kerimede tarif ediyor: “O (Allah), imanlarına iman katsınlar diye inananların kalplerine sekine (huzur) indirdi. (Feth, 48/4) “Sıkıntının, huzursuzluğun tam zıddı olan ve kalplere inen ‘sekine’ye bugün stres altında boğulmuş bizlerin o kadar çok ihtiyacı var ki. Kaygı, işleri yetiştirme telaşı, zaman yetirememe ve en çok da her şeyden çabucak sıkılma oldukça yoruyor bizi. Tüm bunlara kısa bir mola verip ruhumuzun sesine kulak verelim mi, ne dersiniz?
Psikiyatr-yazar Mustafa Ulusoy gazetemizde çıkan bir yazısında “Canı en çok sıkılan insanlar atâlet halinde olanlardır.” diyor ve konuyu Zamanın Bedii’nin “En bedbaht, en mustarip, en sıkıntılı, işsiz adamdır.” ifadesiyle açıyor. İyi de tembellik, hareketsizlik olan atâlet, neden vicdanda sıkıntı hissi uyandırır ki? Elbette atâlet varlığın içinde yokluk, hayatın içinde ölüm olduğu için. Zira Bediüzzaman, “Sa’y (çalışma, gayret) vücudun hayatı, hem hayatın yakazasıdır (uyanıklık halidir).” diyor.
Ulusoy’a göre, can sıkıntısının asıl kaynağı atalet: “Günümüzde bilhassa erkekler, -giderek artan sayıda da kadınlar- evde bulunmaktan sıkılır bir duruma geldi. Bu aralar işten çıktıktan sonra eve şöyle bir uğrayıp kendini dışarı atan insan sayısı hiç de az değil. Saatlerce dizi film izleyen, internette gezinen insanların ruhunu şöyle bir sıkın, damla damla sıkıntı akacaktır.” Şüphesiz tüm bu malayani işleri, can sıkıntısını başımızdan savmak için yapıyoruz. Bu geçici kaçışlar çare değil elbette. Ulusoy, sıkıntı hissini en büyük düşman ilan edip; ruhu, vicdanı ve kalbi tatmin edici şekilde beslemeyecek yöntemlerin akılcı bir çözüm olmadığı kanaatinde. Hatta bu durum, insanı sıkıntıyı besleyen bir fasit dairenin içine sokuyor. Zamanın Bedii de, “Sıkıntıdır muallime-i sefâhet,” yani sefahatin hocası sıkıntıdır, demiyor mu? Kısaca sefahat denilen gününü gün etme, zevk ve eğlence düşkünlüğü, zamanı boşu boşuna harcama sıkıntıdan kaçma çabasından başka bir şey değil. Bu ruhsal daralmayı, eğlenceyle geçiştirme, dünya meşgaleleriyle avutma kalıcı bir çare olmuyor. Zira ruhu besleyen kaynaklarla bedensel ihtiyaçlara cevap veren kaynaklar oldukça farklı. Yapılması gereken, sorunların kaynağının neler olduğunu tespit etmek sadece.
Tüm bu halet, kalbin ve ruhun serzenişi ve “Lütfen, benimle ilgilen.” çığlıkları hükmünde. Ruhun bu serzenişinin ilk sebebi, Bediüzzaman’ın “Zulmet-i kalp (kalbin kararması) ruh sıkıntısının menbaıdır.” sözünün ışığında kalbi karartan günahlar. İkinci sebep ise atalet, tembellik, rahatına düşkünlük ve nefsin arzularına uyup bunlarla oyalanıp gününü gün etmek. Sorunların kaynağını bulduysak yolumuza sükun ve itminanla devam edelim mi, ne dersiniz?
TELAŞIMIZ HİÇ BİTMİYOR!
İçinde bulunduğumuz huzursuzluk, kararsızlık ve bunaltıdan müteşekkil çıkmaz sokakta hayatımıza huzurla devam edebilmemiz için bir yol açmamız gerekiyor. İşte tam bu noktada, karşımıza bu saydığımız olumsuzlukların zıddı olan ‘sekîne ve itminan’ çıkıyor. Tasavvuf erbabına göre kalbin oturaklaşması anlamına gelen sekine, gönlümüzde temkini elden bırakmaz ve manevî esintilere karşı sinemizi açar da açar. “Îmânlarına iman katmak için mü’minlerin kalplerine sekîne ve emniyet indiren de O’dur. (Fetih Sûresi, 48/4)” mealinde zikredildiği gibi Her Şeyin Maliki sekinenin de sahibi. Ona mazhar olan bir mü’min artık dünyevî korku, tasa ve endişelerle sarsılmaz, aynı zamanda lahûtî iç ve dış ahenge ulaşıp huzur iklimlerinden de nasibini alır.
Nefisteki telaş ve helecan, sükûn ve itminan sayesinde gönül rahatlığına ve huzura bırakır yerini. Sekineyle birlikte nefsin esintileri de kesilir şüphesiz. İbnü’l-Arabî’ye göre insan, imanın şartlarını yerine getirip, onları özünde iyice pekiştirince Hak tarafından o müminin kalbinde bir yansıma hasıl olur. Bu yansımaya da ‘zevk’ denir ki, bu da sekinenin inanan bir insanın kalbine yerleşmesinin teminidir. Zira Allah’a iman eden insan, Kur’ân’ın çizgisinde bir hayat yaşayınca iç dünyası da bu hakikati idrak eder. Ruhsal dinginlik, emniyet ve iç huzuru peşi sıra gelir. Aksi davranışlar ise karamsarlık ve strese kapı aralamakla kalmaz, kişiyi bunalımdan bunalıma sürükler.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Hayati Aydın’a göre dahilî ve haricî bütün nurların kaynağı Yüce Yaradan. İnsanın iç dünyası O’nun nuruyla belirginleşiyor. Bu sayede ruhen dinginliğe kavuşan kişi, sıkıntıdan sonra huzura ve doygunluğa kavuşuyor. Kur’ân-ı Kerim’deki bazı ayetler de bu noktaya işaret ediyor: “Onlar (öyle kimselerdir ki) iman etmişlerdir ve kalpleri, Allah’ın zikri ile yatışmıştır; iyi bilin ki kalpler ancak Allah’ı anmakla dinginleşir…(Ra’d, 13/28-29)” Ayetin nitelediği kimseler, iman etmekle hakikatin aydınlığına varıp iç dünyaları yatışan kişiler olarak yorumlanıyor.
Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyat’ında farklı yerlerde özellikle imanın mümine verdiği dinginlik ve güven duygusunu göz önüne alarak adeta bir psikolog gibi insanın iç dünyasını analiz ediyor: “Kişi iman sayesinde bütün kâinatla bir ünsiyet ve emniyet peyda eder, evrendeki her şeyle bir aşinalık elde eder, kalbinde öyle bir kuvvet husule gelir ki, o manevî kuvvetle her musibete, her olaya karşı mukavemet edebilir.” (İşarat’ül İcaz, s.43) İman gereği salih amel işlendikçe Allah, bu dinginlik ve güvende etkin bir rol oynuyor: “(Allah) İnanıp iyi işler işleyenlerin, Rab’leri tarafından Muhammed’e hak olarak indirilene inananların günahlarını örtmüş ve bâllerini (zihinlerini ve kalplerini) düzeltmiştir. (Muhammed, 47/2)” Nitekim Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) doğruluk ve yalanı tarif ederken, “Doğruluk bir itminan ve huzur halidir. Yalan ve yalancılık ise bir şüphe ve sıkıntı halidir.” diyerek ümmetini günahların kabz haline yol açacağı konusunda ikaz ediyor.
Sekîneye mazhar olanları, huzur insanı olarak tanımlıyor Fethullah Gülen Hocaefendi: “O kişi davranışları itibarıyla vakur, emniyet telkin edici, inandırıcı ve ciddî; iç âlemi ve Allah’la münasebetleri açısından da temkinli, benlik ve şatafat düşüncesinden uzak ve bir kısım Bektâşiyâne hezeyanlara karşı hep kapalıdır. Her vâridat ve her inşirâh veren esintiyi O’ndan bilir, edep ve şükranla iki büklüm olur, her huzursuzluk ve tatminsizliği de mahiyetindeki boşluklarla irtibatlandırır, kendini sorgular ve nefsiyle hesaplaşır.” Sekînenin yanı sıra itminân (tuma’nîne), ise Hocaefendi tarafından tam sükûn, oturaklaşma ve kalbî hayat adına gel-gitlerin bütün bütün sona ermesi şeklinde tarif edilir. Bu da, itminânın sekîne üstü bir hâl olduğunu gösterir. Sekîne, nazarî bilgilerden kurtulup, gerçeğe uyanma mevzusunda bir başlangıç ise, itminan ise son duraktır. Şüphesiz ki, sekîneye mazhar olanlarda, yer yer ters akıntılar yolunda gitmeyen şeyler olabilir. Ancak itminânda her şey rayına oturur vicdan ve gönül ibresinde herhangi bir sapma olmaz.
Dünya kaygılarımız, telaşımız ve bocalamalarımız zihnimizi yoruyor, hislerimizi de hırpalıyor. Bununla da kalmıyor bizi bulanık sulara çekmek istiyor. Herkesin bocaladığı, şaşkınlığa düşüp karmaşık meseleler karşısında ne yapacağını bilemediği bir halde imdada O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) nuru yetişiyor. Kalplere sekine iniyor, bizi dünya girdabından bir solukta çıkarıyor. Böyle bir ruh da şüphesiz dünyevî telâş, endişe ve sıkıntılara karşı önlemini alıyor. t.mezararkali@zaman.com.tr
http://www.yenibahardergisi.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yapmış olduğunuz yorum için teşekkür ederiz. Size sağlıklı ve huzurlu günler dileriz.